Türkiye’de Ramazanın kendine özgü zevk ve ruhla geçtiğini çok duymuştum. Mübarek ayda bu yurdu gezip, Ramazanın bereketinden nasiplenmeyi çok istemiştim. “İyi niyet etmek, malın yarısını elde etmektir.” derler Özbekler. Türkiye Cumhuriyeti Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan TÜRKİYE MEDYA EĞİTİMİ PROGRAMI (TÜMEP) programının bu faziletli aya denk gelmesi nur üstüne nur oldu. Ramazanın ilk gününü Taşkent’te geçirdikten sonra gece yarısı “Neredesin İstanbul?” diyerek yola çıktım. Uçağımızın biraz gecikmesinden dolayı havaalanında sahur yapmak zorunda kaldık. Buradaki fiyatlar dışarıdaki fiyatlardan 3-4 kat pahalı (Örneğin yarım litre su- 3.000 Özbek somu, en küçük hamburgerse 12.500 somdu.).
“Airbus 320” uçağıyla önce İstanbul’a, oradan da Ankara’ya uçtuk. Sabah yerel saatle 09.20’da Türkiye’nin başkentine indik. Hava sıcaklığı 20 C°. Oh ne güzel! Çünkü aynı günlerde Taşkent’teki sıcaklık 45-50 C° civarındaydı. Ankara bizim Taşkent’e çok benziyormuş. Yol boyunca tanıdık kavak ve çınar ağaçları dizilmişti. Şehir tepelere yerleştiği için binalar da ona göre inşa edilmiş. Yüksek binalar fazla değil ama her adımda cami ve mescit minareleri göze çarpıyor.
Akşam teravih namazını Ankara’nın en büyük Camisisinde, Kocatepe’de, kıldım. Feyizli bu Cami, Mimar Sinan üslûbuyla 1967-1987’de inşa edilmiştir. Meydanı 4.500 m², yüksekliği 48,5m olan caminin esas kubbesinin etrafında 4 adet yarım kubbesi de mevcut. Caminin 88 metre yüksekliğinde dört minaresi var. Caminin içindeki özel olarak tasarlanan avize, mihrap, minber ve kapılar, rengârenk mermer ve çinilerle süslenmiştir. Üç katlı cami 20 bin kişi alabiliyor. Camiye teşrif eden misafirler, bayanlar ve çocuklar için bütün imkânlar sunulmuştur.
Ama büyük camilerden bir konuda pek memnun kaldığım söylenemez. Teravihte doya doya Kuran dinlerim diye düşünmüştüm. Ankara’nın en büyük camisinde teravih namazı hızlı kılındığı için vatanımdaki gibi zevk alamadım. Dediklerine göre binden fazla mescidi olan başkent Ankara’nın 3-4 camisinde teravih namazı hatimle eda edilirmiş. Bir de bunu söylemeden edemem: Taşkent’teki abdest yerlerini Türkiyeli kardeşlerimiz kıskanabilirler. Şehirdeki hiçbir camide bizim camilerimizdeki abdest alma imkânlarını göremedim.
Büyük camilerde cemaat seyrek… Teravih namazında sadece 8-10 saf doluyor. Bunun nedeni belki etraftaki küçük mescitlerin çokluğudur. Her bir mahallede (Ankara’daki mahalleler bizim mahallelerden daha büyük) 7-8 mescit mevcut. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığının bilgilerine göre 2013’te Türkiye genelinde 85.412 adet cami faaliyet göstermiştir. En çok cami (3.223) İstanbul’a düşüyor.
Nurlu Ramazan
Ramazanın güzelliğini Ankara’da geçirdiğim ilk gece davulcunun sesiyle hissettim. Örf ve adetlere göre Ramazan ayında davulcular, sahurda davul çalıp maniler okuyarak insanları sahura kaldırırlarmış:
Ramazan bize nur oldu, Kalplere sürur oldu. Gözünü aç gafletten, Vakti hoş seher oldu.Türk kanallarının genelinde sahur ve iftar programları var. Bazı kanallarda sahur ve iftar, Ramazana özgü programların arkasından ezanlarla bitiriliyor. Kanallar çok özgür, programlar da ona göre seçilmiş: Sabahın erken saatlerinde İslam ahlakı hakkında program, öğle vakti ise edepsiz sahnelerle zengin film, yayınlanabiliyor. Gazetelerde de aynı durum söz konusu: Bir sayfada Ramazanla ilgili ayet, hadis ve fıkha ait meseleler beyan edildiği hâlde, bir sonraki sayfada yarı çıplak modelin resmi yer alabiliyor. Genel olarak, Ramazan televizyonlara kendi etkisini gösteriyor. Her kanal kendi yayınlarını mübarek aya bağlı programlar ve reklamlarla zenginleştiriyor.
İftara yakın şehirde trafik yoğunlaşmaya başlıyor. Kafe, restoran ve yemekhaneler kalabalıklaşıyor. Ankaralıların dediğine göre eskiden iftar yemeğine misafirleri evlerine davet ederlermiş, şimdiyse dışarıda yemek ikram etmek adet olmuş.
Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığının Türkiye İstatistik Kurumuyla yaptığı anketlere göre memleketin yüzde 99,2’si kendisini Müslüman hissediyor, yüzde 42,5’si namaz kılıyor, yüzde 83,4’ü (Erkeklerin yüzde 80,7’i, kadınların yüzde 86’ı) oruç tutuyor.
Büyük cami bahçeleri ve meydanlarda bedava iftar sofraları organize edilmiştir. Buraya oruç tutan ya da tutmayan, Müslüman olan ya da olmayan yerli, yabancı, fakir fukara davet ediliyor. Bu şekilde kurulan iftar sofrasından binlerce insan nasipleniyor. Bir keresinde Kocatepe Camisine akşam namazı kılmak için çıktığımda iftar yemeği için bekleyen uzunca bir sıra gördüm. En ilginç yanıysa akşam namazında cemaatte sadece 50-100 kişi vardı, oysa dışarıdaki iftar sofrasına on binlerce kişi katılıyordu.
Bedava iftara katılanların çoğu Suriyeli kaçaklardı. Bilgilere göre şu anda Türkiye’de bir milyon yüz elli bine yakın kaçak yaşamaktaymış. Allah-ü Teâlânın bize verdiği barış ve huzurun ne kadar büyük nimet olduğunu buraya gelince anladım. Sokaklarda, mescitlerin etrafında dilencilik yapanların çoğu Suriyeli fakir fukara kadın ve çocuklardı. Başı darda kalan, perişan hâlde ortalıkta gezen mazlum insanları görünce içiniz yanıyor, onlara Yaradan’dan kurtuluş ve yardım diliyorsunuz.
“Güvenli Tarafsız Etik Hızlı”
Türkiye medya eğitimi programının ilk haftası Anadolu Ajansında yeni medya uygulamaları ve ileri yayın teknolojilerinden televizyon haberciliğine birçok konuda teorik ve uygulamalı eğitimlere katıldık.
Anadolu Ajansı, 1920’de kurulmuş olup günümüzde Türkiye’nin en büyük haber kuruluşudur. Anadolu Ajansı (AA) son üç senede hızlı bir şekilde gelişerek, dünyanın sekizinci ajansı olmuştur. 2011’de sadece tek dilde 600 haber ve 600 fotoğraf paylaşan Anadolu Ajansı, bugün 7 dilde 2.035 haber ve 1.865 fotoğrafı dünyayla paylaşmaktadır. 85 devlete yayılan AA sisteminde 71 millete ait kişi çalışmaktadır. “Güvenli, Tarafsız, Etik, Hızlı.” Anadolu Ajansının ilkesidir.
Anadolu Ajansının “100. Yıl Vizyonu’na” göre 2020’de Reuters, AFP, AP, Xinhua gibi medya devleriyle beraber “dünyanın en etkili ilk 5 ajansı” arasına yükselerek 12 dilde yayın yapma hedeflenmiştir.
Anadolu Ajansı Türkiye’nin en büyük haber ajanslarından biri olarak, 94 senede yayımladıkları haber, fotoğraf ve görüntülü materyaller elektronik ortama aktarılmış ve özel sisteme alınmıştır.
AA’nın Eğitim Akademisi de olup, burada Haber Ajansı Gazeteciliği, Maliye ve Diplomasi gazeteciliği, Askeri gazetecilik, Enerji gazeteciliği (İngilizce) kursları faaliyet göstermektedir.
Ankara’daki eğitim süresinin ikinci haftasında TRT’de (Türkiye Radyo Televizyon Kurumu) yeni medyanın geleneksel televizyon gazeteciliğine etkisi, TV’de sosyal medyayı verimli kullanma, sosyal medya haberciliği, TV haberciliği, internet haberciliği gibi konularda seminerler yapıldı.
Türkiye’de ilk radyo kanalı 1927’de faaliyet göstermeye başlamıştır. 1964’te TRT kurulmuş, 1968’de ise Ankara TV yayın yapmaya başlamıştır. Günümüzde TRT, kendi bünyesindeki 15 kanal ve 18 radyodan oluşmaktadır. Burada 7.000’den fazla insan çalışmaktadır.
“Ben Özbekleri Seviyorum!”
Ankara’da çeşitli milletlerle sohbet etme imkânım oldu. Özbek’i, Özbekistan’ı tanımayan kimseyi görmedim. Şehrin Kızılay meydanındaki dükkânları geziyor, kendime gerekli olan cihazları araştırıyordum. Cihaz alışveriş merkezlerinde 70-100, diğer dükkânlarda 25-40 lira civarındaydı. Otele dönerken bir dükkâna daha göz attım. Dükkân sahibi yanıma koşarak gelip iltifat etti, hemen mallarını göstermeye koyuldu. Aradığım cihaz burada 20 liraymış. Ben pazarlık yapmaya başladım, önce 15 lira teklif ettim. Dükkân sahibi razı olmadı. 17 lira teklif ettim, ona da razı olmadı. İllaki 20 lira, diye diretti.
Laf arasında:
-Efendim, nerelisiniz? – diye sordu.
-Özbekistanlıyım.
-Maşallah, Özbek misiniz?
-Evet, Özbek’im.
Dükkân sahibi daha ağzımı açmadan aceleyle cihazı paketledi, yanına bazı yedek cihazları da ekleyerek:
-Kardeşim, 15 lira verirseniz yeterli- dedi.
-Allah razı olsun. Neden böyle yaptınız?
-Ben Özbekleri seviyorum.
Dükkân sahibi iftara kalmam için çok ısrar etti. Ben inşallah başka bir sefere gelirim diye yoluma devam ettim.
Başka bir gün Türk dostlarımdan biri iftara – Özbek pilavı yemeğe davet etti. Ankara mahallelerinden birindeki kafeye gittik. Orası çok kalabalık, insanlar özellikle Özbek pilavı yemek için gelmişlerdi. Sulu yemekten sonra Özbek pilavı ikram edildi. Etrafımdakiler pilavı öve öve yiyorlar, tekrar istiyorlardı.
-Nasıl pilav güzel olmuş mu?- diye sordu ev sahibi.
…Doğrusu, orada yediğim pilav pek bizim Özbek pilavımıza benzemiyordu. Kardeşler gerçek Özbek pilavını yeseler ne derlerdi acaba!
Kapadokya – Güzel Atlar Ülkesi
Türkiye’nin Nevşehir ilinde turistleri en çok kendine çeken yer Kapadokya’dır. Bu bölgedeki yerleşim, Paleolitik döneme kadar uzanmaktadır. Allahın kudreti ve insanın gücüyle yaratılan güzel manzaralar, yer altı şehirleri, mağara evleri görmek için buraya dünyanın çeşitli ülkelerinden turistler akın ediyorlar. Anlatılanlara göre tarihte sömürgecilerin zulmünden bıkan yerli halk, dağları, kayaları oyarak kendilerine ev yapmışlar. Nevşehir’in “Üç hisar” kalesi dağ içine yerleşiK şehir olup, kayanın altı mezarlığa dönüşmüştür. Kaleden bütün Kapadokya’nın güzel manzarasını izleyebilirsiniz. Göreme, Ürgüp’teki Peri Bacaları’nıın doğal yolla meydana geldiğine insan inanmak istemiyor. Bunlar, milyonlarca yıl boyunca kayaların yağmur ve rüzgâr tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkmıştır.
Açık hava müzesi olan Göreme ve diğer hudutlardaki mağara şehirlerin çoğu önceleri Nasranî tapınakları olarak hizmet etmişse de şimdi bu hudutlarda bir tane bile kilise faaliyet göstermiyor. Onların bazıları mescide, bazıları da müzeye dönüştürülmüş.
Türkiye’de 250’ye yakın yer altı şehir müzesi mevcut olup, en büyüğü derin kuyudur. 80 metre derinlikteki şehri gezerken, iptidai şartlarda bunun gibi ev yapanların yeteneklerine “helal olsun”, dedim doğrusu.
Eski mağaralarda butik oteller yapılmış olup, onların geceliği 2.000 dolar civarında. Bütün güzellikleri yukarıdan seyretmek kadar güzel bir şey var mı? Ama böyle bir seyre herkesin gücü yetmiyor. Balonlarla şehri gezmenin saati 200 dolar!
“Ya Olduğun Gibi Görün, ya da Göründüğün Gibi Ol”
Halis niyet arzuların gerçekleşmesine köprüymüş. Konya’ya olan ziyaretimiz de istediğimiz gibi meşakkatsiz geçti. Önce hızlı trene ucuz bilet bulduk (gidiş-dönüş: 44 lira. Yani 21 dolar). Saatte 250 km hızla giden trenle 260 km Ankara- Konya yolunu 1,5 saatte geçtik. İstasyondan çıkar çıkmaz otobüs geldi. Basın kartımızla bizi Mevlana’nın türbesine götürdü.
Ankara’da tanıştığım dostlarımdan biri “Mevlana’yı ziyaret ettiniz mi?” diye sormuştu. Hafta sonu Konya’ya gitmek istediğimi söyledim. “Eğer isterseniz Konya’da benim tanıdıklarım var, sizleri karşılayıp şehri gezdirir.” dedi ve tanıdığının numarasını verdi. Pazar günü olduğu için o kişinin zamanı olur mu olmaz mı diye çekinerek aradım. Fahri dede hemen yanımıza geldi. İltifatlı ev sahibinin samimiyeti tereddüdümü bir anda dağıttı.
Fahri dede Konyalı Mevlevilerden olup, tasavvuf tarihi, medeniyeti bilgelerindenmiş. O Özbekistan’dan- Buhari, Tirmizi, Nakşibendîlerin vatanından olduğumuzu öğrenince çok sevindi. Arabasıyla Konya’nın en önemli türbelerine götürdü. Konya’nın kalbi, Mevlana Celalettin Rumi’nin türbesidir. Mimari abide XIII. Yüzyılda yapılmış olup, buraya Mevlana ve ailesi defnedilmiştir. Burası asırlardır Mevlevilerin ilim merkezi olarak faaliyet göstermiş. Mevlana’nın türbesi Türkiye’deki turistlerin en çok ziyaret ettikleri ikinci müzedir. Ziyarete gelenler arasında farklı din mensupları da göze çarpıyor. Yabancılar türbeye girerken, gerçi mecburi olmasa da Mevlana’ya olan saygılarından dolayı üst ve başlarını düzeltiyorlar.
Türbenin kapısında Mevlana’nın şu sözleri yer almıştır:
“Sevgide güneş gibi ol. Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, Hataları örtmede gece gibi ol, Tevazuda toprak gibi ol, Öfkede ölü gibi ol, Her ne olursan ol, Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.”Eserlerine Kuranı Kerim ve Hadis-i Şeriflerin hikmetlerini sindiren, insanların ruh âleminin sırlarını anında keşfeden Rumi’nin türbesinde Peygamberimiz (S.A.V)’in sakalı şerifleri de korunmaktadır. XIV asır geçmesine rağmen hâlâ ondan güzel kokular yayılmaktadır.
Rumi’nin kemale ermesinde Şeyh Şems Tebriz’inin rolü büyüktür. Mevlana bir beytinde “Eğer Attâr bana ruh bahşettiyse Şems de tılsım anahtarını verdi.” der. Üstadına çok büyük saygı duyan Rumi, gazellerinde “Şem-i Tebriz’i”, “Şemsi” mahlaslarını kullanmıştır. Mevlana gazellerinin “Şems-i Tebriz-i divanı” adıyla şöhret kazanmasının sebebi de budur belki. Şems-i Tebrizi’nin türbesi de Mevlana’nın türbesinin yanındadır.
Konya, Mevlana ile özdeşleşmiş şehirdir: Sakin, kendine özgü ruha, feyze sahip. Şehrin ahalisi de mülayim, yumuşak huylu insanlarmış.
Dünyanın Merkezi
İstanbul çok milletli şehirdir. Burada dünyanın her yerinden gelen turistleri görmeniz mümkündür. Pazarlarda zenci yiğit, saf Türkçeyle saat satıyor. Eğer Türk dilinde biraz zorlanırsanız, satıcı birden Özbekçe konuşarak size yardımcı oluyor. Açıkgözlü tüccarlar İngiliz, Arap, Rus, Fars dillerinde müracaat ederlerse hiç şaşırmayın.
Turistlere “İstanbul’un en çok nesi aklınızda kaldı?” diye sorarsanız, çoğu minareleriyle gökyüzüne uzanan camiler ve birbirine karışan ezan seslerini hatırladıklarını söylüyorlarmış. Yine bazıları Avrupa ve Asya’yı birbirinden ayıran boğazın güzel manzarasını dile getirirlermiş.
Taksim meydanındaki otele yerleştik. İstanbul’un merkezine yerleşmiş olan bu meydan son zamanlarda dünyaca meşhur olan “Gezi” parkıyla yan yanadır. Park küçücük. Bizim parklarımızın onda biri kadar değil. İçinde önemli bir şey de yok. Kurumuş çimenlerin üzerindeki insanlar gökyüzüne bakıyorlar. İşte bu küçücük park yüzünden Taksim meydanının birkaç ay dünyanın ilgi odağı hâline gelmesine inanmak istemiyorsunuz.
İstanbul’un en hareketli caddelerinden biri olan İstiklal de Taksim meydanıyla birleşiyor. Ana cadde boyunca düz yürünürse Galata minaresine ve sahile çıkılıyor. Galata köprüsü şehrin Avrupa tarafını meşhur cami ve sarayların bulunduğu adayla bağlıyor. Boğaz köprüsü boyunca gemide seyrederseniz köhne şehrin tarihi mekânlarını, güzel tabiatını izleme şansına sahip olursunuz.
İstanbul, çok hızlı yaşayan bir şehir… Burada hayat hızlı ve insanlar hızlı hareket ediyor, hızlı konuşuyor, işlerini hızlıca bitiriyor. Zaman da İstanbul’da hızlı geçiyor sanki. 3.5 gün içerisinde birçok yeri gezip, ziyaret etmeyi planlamıştım ama zaman yetmedi. Kısacası, İstanbul’a doymadım.
İstanbul’daki son günümüzde sabahtan yağmur yağdı. Şiddetli yağmur hiç durmuyor, bugünkü planımızdaysa Ayasofya Müzesi ve Topkapı Sarayı gezmeleri vardı. Şiddetli yağmur yüzünden ikisinden birini seçmek zorunda kaldım. Zaman az, Topkapı sarayının “Kutsal emanetler” bölümüne koştum. Çünkü İstanbul’da kesinlikle uğramam gereken yerlerin ilk sırasında burası vardı. “Kutsal emanetler” bölümünde İslam tarihinin en nadide eserleri olan Peygamberimiz (S.A.V)’in hırkaları, sakalları, Uhud savaşında kırılan dişleri, ayak izleri, mektupları ve kılıçları korunuyor. Ayrıca İbrahim (A.S)’ın küçük tenceresi, Musa (A.S)’ın asası, “Hazreti Davud’un kılıcı, Yusuf (A.S)’ın cüppesi, Sahabe-i Kiramların kılıçları, Hazret-i Fatıma annemizin ve Hazreti Hüseyin’in (r.a) elbiseleri ve diğer değerli eşyalar korunuyor. Bu emanetlerin çoğu Sultan Yavuz Selim Han’ın hükmettiği XVI. Yüzyılda ele geçirilmiş ve XX. Yüzyıla kadar müze değerli eşyalarla doldurulmuştur.
* * *
Büyük şehirde yaşayan Türkler çok asabi görünüyorlar. Kendi aralarında sohbet ederlerken futbol ve parti konusu açılınca en yakın dostlar bile birbirleriyle öyle laf dalaşına giriyorlar ki dışarıdan bakan kişi onların birbirine düşman olduğunu düşünür.
* * *
Türkiye’de gazeteciler için çok iyi imkân ve imtiyazlar verilmiştir. Basın kartı bu imkânlardan biri olup, bu karta sahip olan gazeteciler şehrin toplu taşımasını bedava kullanabiliyorlar ve diğer alanlarda da indirimlerden yararlanabiliyorlar. Basın kartıyla memleketteki tüm müzelere bedava girebiliyorlar. Bu kart seyahatimiz boyunca çok işimize yaradı. Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Müzesi, Nevşehir’de Göreme Açık Hava Müzesi, Derinkuyu Yer altı Şehri, Konya’da Mevlana Rumi Müzesi, Karataş Müzesi, İstanbul’da Topkapı ve Dolmabahçe sarayları ve müzelerini bedava gezdik.
* * *
Türkiye’de Özbek, Buhara, Semerkant, Hiva, Taşkent adıyla birçok yer isimleri mevcuttur. Bu da bir zamanlar bizim topraklardan kalkarak Küçük Asya’da mekân bulan, zamanında Avrupa’yı tir tir titreten, İslam dininin diğer ülkelere yayılmasına sebep olan kardeşlerimizin ata yurtlarına olan saygılarının ifadesidir. Evet, Asya ve Avrupa’nın cevahiri olan Türk diyarı, herkesin ömründe bir kere de olsa görmesi gereken yerlerden biridir.
Davronbek Tojialiyev
Taşkent- İstanbul- Ankara-Nevşehir- Konya-İstanbul 30.06.2014-19.07.2014